MİLLİ Eğitim Bakanı Yusuf Tekin, Atatürk Üniversitesi’nin ‘2024-2025 Akademik Yılı Açılış Töreni’nde yaptığı konuşmada, “Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli, tamamlanmış ya da bitmiş bir çalışma değil, eğitimin muhtevasına yönelik dinamik bir dönüşüm sürecidir. Bu dönüşüm süreci, gençlerimizin hem doğal ve fıtri gelişimini esas alan hem de pedagojik gereksinimlerini karşılayan zengin bir içerikten ve ihtiyaç duyulan her aşamada güncellenebilecek canlı bir müktesebattan beslenmektedir. Bakanlığımızın bu perspektifle hazırladığı yeni maarif modeli akademik-sosyal-duygusal beceriler ve milli değerlerle harmanlanmış bir eğitim sistemini desteklerken, genel olarak teknolojiyi de bu sürecin merkezine yerleştiriyor” dedi.
‘DURGUN SU KİRLİ OLUR’
Eğitim-öğretim yılının ilk dersini veren Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin, “Bilimsel olanın evrenselliğini ve kültürel olanın milliliğini içeren kapsayıcı bir perspektifle eğitim olgusunu yeniden ele almak ve onu kendi özgünlüğümüzü yansıtacak şekilde tanımlamamız gerekiyor. Belirtmek isterim ki, bu gereklilik tarihsel bir sorumluluk olduğu kadar ivedi bir ihtiyaca da denk düşüyor. Eğitim sistemlerinin sürekli değiştiği ve araştırma imkanlarının hiç olmadığı kadar geliştiği günümüz dünyasında bizim özgün ve özgür bir bakış açısını esas alan yeni bir dil ve perspektif inşa etme zorunluluğumuz söz konusudur. Eğitim alanı, doğası itibarıyla dinamik bir alandır. Bu dinamizmi dolayısıyla da sürekli bir değişimi öngörür. Bilimsel, pedagojik ve teknolojik gelişmeler, yenilenen ve dönüşen toplumsal ihtiyaçlar, küresel ve yerel düzeydeki farklılaşmalar, bireysel taleplerdeki çeşitlilikler. Bütün bunlar hayatın her alanında olduğu gibi, eğitim alanında da değişimi zorunlu kılmakta, bizi hep daha iyisini aramaya yöneltmektedir. Bu alandaki değişim taleplerine yanıt vermediğiniz zaman donar kalırsınız ve içinde bulunduğunuz çağı da ıskalarsınız. Bir atasözümüzde ifade edildiği gibi, ‘Durgun su kirli olur’. Biz ne ülkemizin durağanlaşmasına ne izin verebiliriz ne de eğitim sistemimizin kirlenmesine müsaade edebiliriz” dedi.
DEĞİŞİM VE DÖNÜŞÜM
Ülkede eğitim alanındaki değişim dönüşüm hamlelerinin yakın zamanlara dek işin ya da daha doğru ifadesiyle sorunsalın esasına odaklı bir perspektif üzerinden yapılmadığını kaydeden Bakan Tekin, “Ana motivasyonunu çoğunlukla konjonktürel talep ve ihtiyaçların oluşturduğu bu hamleler eğitim alanına dönük şekli müdahalelerden ibaret kalmış; sosyolojik temelleri, ülke gerçeklerini, bilimsel ve pedagojik ilkeleri muhtevi bir felsefi zemin üzerine oturtulamamıştır. Bu nedenle, yapılan değişiklikler etkileri itibarıyla dar kapsamlı, zamansal açıdan ise kısa ömürlü olmuştur. Öyle ki bazı uygulamalar, bu uygulamalar vesilesiyle elde edilmek istenen sonuçların dahi ortaya çıkmasına imkan tanınmadan ortadan kaldırılmış, kaldırılabilmiştir. Evet, AK Parti iktidarlarının kümülatif birikimleri eşliğinde devam eden yaklaşık çeyrek asırlık süre boyunca, Sayın Cumhurbaşkanımızın önderliğinde eğitim sistemimizi daha verimli sonuçlar üretecek şekilde ve geçmişteki hataları tekrar etmeden geliştirmeye çalıştık. Nitekim bu süreçte eğitim ortamlarımızı insani, fiziksel, bilimsel ve teknolojik altyapı açısından geçmişle mukayese edilemeyecek ve çağdaş dünyadaki standartları yakalayacak şekilde geliştirdik. Ancak bizler eğitimi yalnızca bu yönüyle, yani ülkemizin maddi refahını artıracak zaruri bir yatırım alanı olarak ele almadık, almıyoruz. Onu aynı zamanda kültürel ve toplumsal varlığımızın ihyasını sağlayacak dinamik ve sürekli bir öğrenme süreci olarak da tanımlıyoruz. Eğitim sürecini, yeryüzündeki varoluşumuzun temel gerekçesini ve nihai hedefini oluşturan ‘iyi insan’ olmanın ve ‘kendini tanımanın’ tüm koşullarını içerecek bir özgürleşme süreci olarak görüyoruz. Bu, şüphesiz ki bizim müntesibi ve takipçisi olduğumuz büyük ve kadim medeniyet vizyonumuzun da bir gereğidir” diye konuştu.
EVRENSEL İNSAN HAKKI
Bugün tüm dünyada eğitimin evrensel bir insan hakkı olduğu ve bu hakkın aynı zamanda diğer insan haklarına ulaşmanın bir yolu ve sosyal-ekonomik kalkınmanın ön koşulu olduğu yönünde küresel uzlaşının da söz konusu olduğunu söyleyen Bakan Tekin, şöyle devam etti:
“İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi, bu uzlaşının evrensel düzeyde geçerli olan hukuksal ifadesini oluşturmaktadır. Eğitim ile demokratik değerler arasında karşılıklı etkileşime dayalı olarak cereyan eden çok yönlü bir ilişki bulunmaktadır. Eğitim, bir taraftan demokratik değerlerin özümsenmesine ve gelişmesine katkı sunarken, diğer taraftan demokratik kültürden etkilenmekte, içerik ve metodoloji açısından daha çoğulcu ve kapsayıcı bir mahiyet kazanmaktadır. İleri demokrasiler, bir yanıyla vatandaşlarının özgür düşünme yeteneklerinin gelişmesi için ihtiyaç duydukları her türlü tedbiri alan yönetim biçimleridir. Bu açıdan bakıldığında, eğitim alanının bireylerin özgür düşünme yeteneklerinin gelişmesi için düzenlenmesi gereken alanların başında geldiği söylenebilir. Nitekim ileri demokrasiyle yönetilen ülkelerin eğitim sistemleri incelendiğinde, bu ülkelerin artık 20’nci yüzyılda kalmış olan ‘bilgiyi kontrol etme ve öğrencilere belirli düşünceleri aşılama’ misyonunu terk ettikleri ve öğrencilerin özgür düşünme kapasitelerini artıracak şekilde örgütlendikleri görülmektedir. Bu nedenle demokratik yönetimler, sürekli bir şekilde öğrencilerin bireysel becerilerine ve ilgi alanlarına, bireysel öğrenme hızına ve karakter özelliklerine uygun pedagojik bir arayış içerisindedirler. Bu arayış, bir yanıyla başta okullar olmak üzere tüm öğrenme alanlarının demokratik bir içerik kazanmasını sağlarken, diğer yanıyla da demokratik bilinci yüksek ve çağdaş değerlere entegre bir öğrenci/vatandaş profilinin oluşmasına katkı sunmaktadır. Bu da günümüzde eğitimin yalnızca okullarla sınırlı tutulmaması gerektiğini ve esasında tüm yaşam alanlarının bu doğrultuda işlevsel kılınabileceğini göstermektedir. Milli Eğitim Bakanı olarak şu hususun da altını özellikle çizmek isterim. Okulların klasik misyonunu tamamladığı yönündeki görüşün günümüz gerçekliğini tam olarak yansıtmadığını düşünüyorum. Evet, küreselleşmenin ve bilimsel-teknik düzeyde yaşanan gelişmelerin de etkisiyle eğitim, artık belirli zaman dilimlerine ve belirli mekanlara özgü olarak gerçekleştirilen bir olgu olmanın ötesine geçmiş durumda. Ancak bu durum, dünyanın her tarafında ve eşit ölçüde geçerli olan bir hususiyet de arz etmiyor. Özellikle az gelişmiş ya da gelişmekte olan ülkelerde eğitim alanındaki ilişkilerin temel karakteristiğini halen klasik düzenin oluşturduğunu söylememiz mümkün. Kaldı ki, savaşlar ya da başka nedenlerle yoğun göç hareketlerinin yaşandığı günümüz dünyasında okullara ve okulların klasik misyonlarına duyulan ihtiyacın da artarak devam edeceği gerçeği orta yerde duruyor. Ancak çağdaş dünya devletlerinin artık terk ettiği modası geçmiş yöntemleri bir kenara bırakmamız ve yeni yöntemsel arayışlar içine girmemiz gerektiği düşüncesini de yadsımıyorum. Bu arayış sürecinde, özgün ve ilk defa kullanılacak yöntem ya da yöntemler üretilebileceği gibi, Montessori yaklaşımı tarzında alternatif eğitim yöntemleri de tercih edilebilir. Zira içinde bulunduğumuz çağda, öğrencilerin bireysel becerilerine ve ilgi alanlarına odaklanan, bireysel öğrenme hızlarına ve karakter özelliklerine uygun bu tarz pedagoji yöntemlerinin giderek revaç bulacağına inanıyorum.”
‘ELEŞTİRİLERLE KARŞI KARŞIYAYIZ’
Bakan Tekin, kendisini eleştirenlere yönelik olarak, “Bakanlığımızın bu perspektifle hazırladığı yeni maarif modeli akademik-sosyal-duygusal beceriler ve milli değerlerle harmanlanmış bir eğitim sistemini desteklerken, genel olarak teknolojiyi de bu sürecin merkezine yerleştiriyor. Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli’ni gerçekleştirdik. Belli ideolojik gruplar tarafından ciddi bilimsel içerik olmayan eleştirilerle karşı karşıyayız. Önce şu eleştiriyi yapıyorlar. Türkiye’ye özgü bir model olur mu? Ben de cevap olarak diyorum ki, 1 milyon 200 bin öğretmenimiz var, üniversitelerimizde çalışan yüz binlerce akademisyenimiz var. Bize Türkiye’ye özgü bir model olur mu diyen muhalefet, bana Finlandiya modeli, Singapur ya da Güney Kore modeli diyor. Ben şu soruyu soruyorum; ‘Türkiye’de öğretmen ve akademisyenler bahse konu ülkelerin kendilerine özgü ürettikleri modeli üretemeyecek kadar yeteneksiz midir?’ Anadolu halkı, irfanı kendine has bir model üretebilir. Muhalefet de diyor ki bu toplum bunu üretebilecek kapasiteye sahip değildir. Aramızdaki ana fark ideolojik bir referanstan besleniyor. Ben buradan bu eleştiriyi yönetenlere karşı çıkıyorum. Herhangi bir ülkenin sorgusuz sualsiz transfer etme yöntemini de iyi niyetli bulmuyorum. Başka ülkelere hayranlık ülkenin egemenlik meselesi açısından da tartışılması gereken noktadır” dedi.
ÖĞRENCİLERLE BİR ARAYA GELDİ
Açılış dersinin ardından Rektör Prof. Dr. Ahmet Hacımüftüoğlu, Bakan Tekin’e tablo hediye etti ve toplu fotoğraf çekimi yapıldı. Törenin ardından Bakan Tekin ve beraberindekiler Atatürk Üniversitesi’nin 700 metrekare alana kurulu sergi ve matbaa bölümlerinden oluşan ‘Hurufat Baskı Müzesi’nin açılışını yaptı. Bakan Tekin, daha sonra kampüs içinde düzenlenen 16’ncı Uluslararası MEB Robot Yarışması’nın yapıldığı alana giderek öğrencilerle bir araya geldi.